
1800 başlarından 1870’lere gelinceye kadar İsveç’te iki milyon nüfus artışı var. Üç neden ileri sürülür. Savaşsız dönem, salgın/bulaşıcı hastalıklara karşı aşılar ve patates. Tarımda daha verimli metotları kullanmaya başlayan çiftçiler, patates üretimini artırdılar ve bu durum, açlıkla başı dertte olan kırlarda topraksız en yoksul (topraksız tarım işçileri) kesimlerin daha iyi beslenmelerine yaradı. Bunlarla birlikte ortalama yaşam süresi uzadı, çocuk ölümleri oranı düştü, doğum oranları çok arttı. Toplumdaki bu nüfus artışı, yedeğinde kırlardan kentlere yoğun nüfus hareketleri yarattı.
Kentlerdeki fabrikalar göç dalgalarıyla gelen tüm işsizleri istihdam edemedi. Kentlerde ortaya çıkan sağlıksız koşullar işsizleri vurdu. Bunların bir bölümü, örneğin 1850/1930 yılları arasında 1,2 milyon İsveçli Amerika’ya dışgöç yaptı. Şimdi, o yıllarda yaşayan bir işçi ailesinin tek odalı konutuna doğru yürüyoruz.
Otuz metrekare büyüklüğünde bu konutun içindeki eşyalar yüz yıl öncesine tarihlenmiş gibiydi. İkinci elden aldığım iskemlenin bir benzeri, bir pencere kenarına konulmuş, üzerinde kitap ve gazete olan bir masanın yanında duruyordu ve bunu görünce, ‘benim iskemle’ diye bir ünlem verdim.
‘Kalabalık nüfus nedeniyle yerde yatanlar olur,’ diyen sarışın bayan düşüncelerimi okudu.
Konuşmasını sürdürdü; ‘Bu konut İsveç’te bir işçi ailesinin 1800'lerin sonlarında nasıl bir evde yaşadığını gösteriyor,’ dedi. 'O yıllarda kentlere akın halinde gelen göçlerle ev/konut sıkıntısı yaşandı ve zorunluluk nedeniyle burada gördüğünüz gibi bazı kişiler yerde uyudu. O yıllarda insanlar çok daha kötü yerlerde yaşadılar, tüberküloz gibi salgın hastalıklardan ötürü binlerce insan öldü.’
Biraz sonra bu işçi konutunun Kuzey'e açık pencere yanındaki, kitap ve eski bir gazete olan masada karşı karşıya oturmuş, Bayan Karin ile sohbet ederken buldum kendimi. Eliyle girişteki sağ taraftaki sobayı gösterdi; ‘işte orada yemek pişer ve ısıtma ve gördüğünüz gibi çamaşırlar da orada kuruyor,’ dedi. 1800’lerin sonlarında işsizlerin, kırlardan kentlere akan binlerce insanın Stockholm’de karşılaştıkları zorlu koşulları gözlerimin önüne getirdim bir an...
'Sizin rolünüz,' dedim. 'Rol mü yapıyorsunuz? Bu işçinin...’
'Min rol!’ Gümlümsedi! ‘Ja,’ dedi, burnunun ucuyla yatan kişiyi gösterdi; ‘Ja, min rol bu işçinin zavallı karısıyım.'
Tekin SonMez