Uzaktan gördüğünüzde pek bir şeye benzetmeyebilirsiniz. Olsa olsa ‘işte bir ev, belki orta halli bir tecimerin yazlık konutudur,’ der ve geçersiniz. Yapının önünde bir veranda gibi açık alanda bir an öne bakınca Stockholm/Güney yakası görünür karşıda. Bu denli boş bir toprakta ‘neden,’ diye bir an soru simgeleriyle ileri geri yürüdüğünüzü düşündüğünüzü de seçenek sayalım burada.
Neden? Şundan! Genelde bugünkü ‘global’ işadamları için, o veranda gibi açılan yere görkemli bir gökdelen kondurmak ‘yerinde olur,’ belki de. Durum böyle değildir. Bir öndeki yazıda; ‘İsveç/İskandinavya karakteri gösteriş düşkünlüğünden uzaktır,’ dedim. Özel kişileri ayırırsak bu genel bir tutumdur, İsveç için‘övgü’değildir.
Bir de tanıtım söz konusu ise; ‘görülmesi gerekenlerin yalın içeriği bozulmadan dosduğru sunulur,’ derim. Kaldı ki Stockholm çağcıl, modern bir Başkenttir. Ülkenin geçmişi yabancı gezginlere gösterilirken, ihtişamlı saraylarla yetinmezler, korkuya ve ürküye kapılmadan işçi tarihi, işçilerin günlük yaşamları da sosyal evrilme zinciri içinde verilir. Çünkü bu kent çağcıl efsanelerle iç içe yaşar fakat, bununla birlikte sanal bir yanılsamalar kenti de değildir.
Bu veranda kumsalını yürüyerek içeriye girmeden önce merdivenler, iki sütunlu kapı ilgimi çekti. Bu konutlar bana çalışma odasını düşündürür. Hiç bir yere bakmadan dağınık izlenimlerle sol koridora daldım. Solda ilk kapı beni kitaplarla sırdaş, şömineli bir odaya geçirdi ki hemen orada sağ yana açılan ikinci bir kapı ile duraksadım.
Tekin SonMez