28 Şubat 2009 Cumartesi

Kentler yazarlarıyla, sanatçılarıyla ölümsüzleşir; İlk Yazı


Değerli Okur,

Her çağda, kentler; yazarı, sanatçısı ile ölümsüzleşir. Yazarı, sanatçısı olmayan kentler de silinip yiter, kim ne derse desin. Dünyanın gelmiş geçmiş en önemli yazarlarından Strindberg'in doğup büyüdüğü, yazdığı, ünlendiği; bazı nedenlerle uzaklaşmak zorunda kaldığı ve ölmek üzere zorlukla geri dönebildiği bir kent olan Stockholm'de neyi/neden yazdığımın ayırdındayım.

İlk tümcelerde, mesleksel bir tutku ile simgesel bir anma yaparak söze başladım. Bu kez bir kent söz konusudur. Modern kentler de arkaik kentler de; bu kentlerde ortaya çıkan yazarlar, sanatçılar ve yaratılan kurumlarla yaşar ve ölümsüzleşirler. Yazarı, sanatçısı olmayan kentler ya da yazarını, sanatçısını yok olmaya terk eden kentler, kendileri de yok olurlar. Neden, evet bu neden böyledir?

Sanırım fiziksel kentbilimi öğrenimi görmüş mimarların, matematiksel çarpımlar üzerine kristal geometrilerle kent kurma bilimi yapanların değil de, bunun yanıtını vermek sosyalpsikoloji bilimi yapanların işidir. Bir kente ölümsüz tanımı vermek, evet verilebilir. Fakat unutulmasın ki, ölmek üzere olan bir kent için değil, yaşayan bir kent içindir bu tanı.

Yazarlara kucak açtıkları için, üzerlerinden yüz yıllar geçse de o kentler yaşama yeni başlayan çocuklar gibi gençtirler ve gelecek için kollarını açmış anneler gibi dünyayı kucaklayacak kenttler yine bunların arasından sıyırılarak ulaşabilir geleceğe.

Böyle kentler hem çağcıl efsanelerle iç içe yaşarlar fakat, bununla birlikte sanal bir masal kenti de değildirler. Şimdi dönüp bir kez daha bakıyorum da, Stockholm neden hem dünyasal hem de evrensel bir kent oldu ve hangi nedenle masal kenti değildir, diye soruyorum kendime.

Stockholm, bu anlamda Nobel Ödülü simgesi ile de son yüzyılın yarattığı bir Başkent oldu. Bakın çok tuhaf bir çağrışım oldu zihnimde; diyorum ki, İsveç adını bu topraklarda doğan ve yaşayan insanlardan daha çok çağrıştıran; “Svenska Akademien” yazısını dorukta taşıyan yapı bu kenttedir. Nobel Müzesi de buradadır. Evet sadece bunlar da değil! Başka şeylerde var.

Fakat dünyanın umurunda değildir bu pek çok başka şeyin burada olması, inanın bana. İster bir ülke olarak, ister bu topraklarda yaşayan insanların anılması olarak, böyle ışıltılı bir dünya kenti olmasının en önemli birkaç nedeni var. Dünya yazarlarının, bir ödül çevresinde, evrensel ışıkla insan vicdanı olarak ayağa kalkıp, sonsuzluğa seslenme yeridir Stockholm.

Bu olağanüstü tarihsel fırsatı yakalayan yazarlar; toplum, birey, insanlık ve gelecek adına en belgesel söylevlerini; yazarlık kaliteleri oranında sundukları kenttir de burası.

Böylece “insan vicdanı” olarak ayağa kalkarak verilen söylevlerin Başkenti, diye de tanımlanır bir yer oldu burası. Ölü kentlerle, yaşayan kentler farkını seziş ve bunu kent yönetiminden bekleyen giz dolu felsefel derinlik budur.

Kent yönetiminde bu felsefel derinliği arayan Stockholm'un verisi nedir? Yazarlığıma verdiği katkı ile Stockholm romanlarımda canlı, dinamik; "canla başla" yaşayan bir kent oldu.

Sonrasını Muğla, Köyceğiz’de tamamladığım; “Çıplak Viking” adlı romanımı yazdığım bir kenttir burası. “Gizem ve Büyü” adlı denemelerimden bazılarını da bu kentte yazdım. “Marissa Epos” adlı romanımın basıma hazırlanması sürecinde en yoğun son gözden geçirme çalışmalarımı bu kente yaptım. "Söylence Berlin" adlı romanımda, kaç sayfa Stockholm sokaklarıyla paralel koştum, yazdım durdum, Berlin'de yazdığım sırada, Berlin'i Stockholm gibi kalbimde duydum.

Bir yazar olarak bireyliğimle başlayan serüveni anlatmaya kalkışsam, bu kenti bırakıp bireylik acılarımı anlatmak zorunda kalırım, bu kenti anlatmaya kalkışsam, yaşamımın önemli bir bölümündeki tozlu dosyaları açarak bugün benden çok uzaklarda olan bir yaşamı anlatmak zorunda kalırım.

Unutulmasın; geride bıraktığım pekçok şey, yazılarım; “Çıplak Viking” adlı romanım, ben olmasam da, bu kentte yaşamayı sürdürecektir. Çünkü kentler ve yaşam çevreleri, kitapların içinde yaşamayı sürdürecek kadar (ve bundan başka hiçbir şey istemeyen) sessiz birer bilgedir.

Yazarlar, şöyle ki gerçek sanatçılar unutulmak üzere gün gelip de sessiz ve törensiz geçip giderken, sadece birkaç kitap/yapıt bırakmazlar; geride ve bakın; ancak kitapların akciğerleriyle soluk alıp veren bir kent de bırakırlar.

Stockholm, bu satırların yazarı için de, geride bıraktığı kitaplarının derin ve gizemli akciğerleriyle soluk alıp veren bir kenttir.

Denilse denilse.. bir yazara verdikleriyle yaşayan bir kent olma gizi için; zorluğa ve hiç kimseye boyun eğmeyen bir yazar için; yaşayan kentle yaşama sırdaş olma gizi belki buna denir işte.

Tekin Sonmez