10 Haziran 2012 Pazar

İsveç Ulusal gününde, ulusal birlik yaratıcısı, Kral Gustav I, Gustav Vasa (1496 – 1560) olarak bilinir.

Stockholm ulusal gün şenliği ve Turnalar, zeybek dansı..  hemen iki gün arayla olanlar oldu. Şanslıyım! Bir rastlantı rüzgarı beni Stockholm’daki ulusal güne uçurdu.


Haftalar süren İzmir, Bursa, Kocaeli, Diyarbakır kitap yolculukları ve doğduğum kent Urfa’da ve yine İzmir ve Muğla, Köyceğiz’de bıraktığım düş yağmurlarıyla yorgundum.


Stockholm’a varışın ayırdına varmamıştım. Semt kütüphanesinin kapalı olduğunu gördüm. Yürüyüş yapmaya karar verdim.











İstanbul - Stockholm 10:40 uçağı için saat 05:30’da yataktan kalkış ve Sabiha Gökçen Hava alanı için Topkapı’dan Anadolu yakasına süren iki saatlik yol boyunca, İsveç Ulusal günü olduğunu da bilmiyordum. 
Zorlu haftaların verdiği son uçuş mutluluğu ile evime vardım. Bir de ne göreyim! Düğün dernek gibi, şenlik beni bekliyormuş meğer.

Ulusal gün de işte böyle olurmuş meğer! Güneşli günde, renk renk insan teni ile kutlanan bir şenlikti bu. Başka yerlerde farklı ve mahalli çalgılarla dansların yapıldığı törenler olurdu.
Fakat ben oralara gidemedim ve hemen evime yakın alanda yürüyüş yapmak için çıktığım parkta karşılaştım şenlikle. Bu parkı sizlere tanıtmak isterdim. Daha önce bu konuda önhazırlık da yapmıştım.
Arkada çiçekli koloni kulübeleriyle kente oksijen sağlayan ve kanallara açılan bir adanın kıyısdır burası.
İki yıl önce bu kıyılarda kuğu ailesinin fotoğraflarını da arşive aldım. Üstelik her yaz en az bir kez golf oynadığım alan burası.
 
Gördüğünüz gibi, elinde golf çubuğu, sırasını bekleyen oyuncu da orada. 

Anne ve babasından önce oynamış oyununu, sırasını bekliyor.

Şöyle ki tüm bu görüntü ulusal günde oldu.

İsveç Ulusal günü bugün evet.
 

Köyceğiz’de, daha üç gün önce izlediğim 
turna çağrışımlı harmandalı burada farklı  
 bir ulusal gün olarak karşıma çıktı. 

İsveç Ulusal günü ise şöyle. Kral Gustav I, Gustav Vasa (1496 – 1560) olarak da bilinir.  
Ulusal İsveç kimliğini bu kral Gustav I, vermiş ve devleti kurmuş.
Orta İsveç, Dalarna bölgesinin kralıymış.
O dönem feodal kent krallıkları varmış.


Birlik sağlamak için yaptığı savaşlardan sonra öteki kralları yenmiş ve bu topraklarda İsveç Devleti’ni kurmuş.
Bir anlamda Türkler’in Mustafa Kemal’i olarak beş yüz yıl önce doğmuş ve reform tasarımını dövüşe dövüşe gerçekleştirmiş.
Reformlarının en önemlisi kilise ile devlet konusu ve vergi düzeni olmuş.
Köylüler Gustav I’in getirdiği reformlara karşı başarısız ayaklanmalar yapmışlar.
O gün bugün bu devlet orada duruyor.  Ulusal gün şenlikleri de işte böyle...

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 


10 Haziran 2012, Stockholm.
 

29 Şubat 2012 Çarşamba

İsveç Kralı Carl XVI Gustaf'ın bir torunu oldu. Tacın varisi Bayan Victoria’nın bir kızı oldu ve monarşi hayranları sarayın önünü doldurdu...

Krallar da kraliçeler de ilkin doğarlar, sonra ölürler...

Bazan bir konuda, bir olayda o tarihin sonu geliyormuş gibi bir etki alırız, bir duyguya kapılırız.

İsveç’te olun, nerede olursanız orada bu duygu başka başka konularda ve olaylarda gelir bulur kişiyi. Bireysel yaşam da böyledir. Aşağıdaki karede bulunan kız çocuğu, İsveç tahtının varisi Bayan Viktoria'dır. Bakın nereden nereye...

Böyle fotoğrafları görünce, birden yaşlandığınızı, eskisi gibi koşmak ve hızlı yürümek gibi fiziki edimlerin bireylik yaşanızın tarihinde sonu geliyormuş sezgisine varırsınız.

Çiğneme engelleri nedeniyle lokmalar zor yutulur, gözlük olmadan gazeteye bakılamaz ve sözcükler hızla değil tek tek pirinç taneleri gibi minnacık dokulur ağızdan.

Üstte izliyoruz. Bugünkü Kralımız Carl Gustaf da bir gün böyle (1946) doğmuş ve eski kral büyükbaba V Gustaf’ın kucağında ve o günün kralı babası VI Gustaf’ın (sağdaki) bakışları altında ve amca Gustaf Adolf’un ayakta durarak katıldığı törende kutsanmıştı. Geriye ne kaldı? Evet!


İsveç'de bir şeyler oldu, galiba. Tarih, hem kendi gündemini diyalektik olarak sürdürüyor hem de kimi bireylerin ve toplumlarun tarihlerini de sessizce usul usul hazırlıyor.

Sağdaki fotoğrafta monarşinin simgesi bugünkü Kral, o günkü genç Carl XVI Gustaf 1973’de taç giyme töreninde.


İlkin ne oldu? Bir sıralama yapalım. Monarşiyi sürdürmeye kararlı bir kesim İsveç halkı, saltanatın devamını sağlayacak Bayan Viktorya’nın ileride taç giyecek ilk çocuğu doğduğu için sokağa döküldüler.

Böye işte monarşiye hayranlıkla ve sadakatla bağlı bir kesim de var İsveç’de. Bu denli demokrasi aygıtlarından çok, birey olma sürecine, Avrupa’nın son vagonuna atlayarak giren İsveç tarihi, bununla birlikte monarşiyi sürdürme isteği ile dolup taşan bir kesimi de bağrında saklıyor, koruyor.

Nereye dek? Bilen yok! Fakat tarihin tekerleği o konuda bir gün duracak, tıpkı, çiğneme engelleri olan yaşlı bir insanın lokmaları yutma zorluğu gibi bir sendeleme ile bir nokta gelecek. Yaşamın eytişimi getirecek bunu ister istemez.
Tacın varisi Bayan Victoria’nın bir kızı oldu ve monarşi hayranları sarayın önünü doldurdu. Bu demektir ki topumsal tarihin tekerleği bir gün, bir yerde, birileri için, bireylik tarihininin tekerleğini de durduracaktır. Yaşayan görür.

Aslı şudur, bir yerlerde bir şey dururken bir şey de başlar...

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 29 Şubat 2012, Stockholm

7 Aralık 2011 Çarşamba

Therese Alshammar och SvD:s Bragdguld... Therese'ya SvD Gavetesinin yılın sporcusu altın madalyası verildi...

Bu blog genelde tarih alanı değil. Tarihle bağıntılı olan konular sunuluyor burada.

Bugün spor öne çıkacak.

Therese Alshammar yılın sporcusu olarak altın madalya aldı. Bu konu beni iki açıdan çekti. Bu satırların yazar lisanslı atletizm yaptı. Erzurum Palandöken Spor Klubu lisanslı atleti olarak koştu.
1953 – 1955 yılları böyle coşkulu bir kulvarda yaşam deneyimi oldu onun da.

Çeken ikinci neden ise, İsveç’te uzun yıllardır, Therese Alshammar’ı gazetelerden izliyorum.
Müthiş bir yüzücü. Bunun için yaratılmış. Daha önce neden bu ödül verilmedi? Bilmiyorum!

İstanbul’da 1999, 50 m frisizm, 4x100 m frisizm gümüş kazanmış. 4x100 m frisizm (serbest) altın almış aynı yıl yine İstanbul’da.

Dünyanın her yerinde onu görebiliyoruz. Altın madalyalara doymamış. Gümüş aldığı zaman gözyaşları olmuş. Fakat yılmamış.

Bu yılın sporcusu madalyası belki de abartılacak şey değil kimileri için.

O kadar sayısız altın madalyası var ki! İstanbullu yüzücüler anımsayacaktır.

Bu altın madalya bir gazetenin, saygın bir gazetenin SvD, Svenska Dagbladet adlı gazetenin her yıl verdiği bir ödül. Juri bir saat süren tartışma sonrasında Therese uygun görülmüş.

Beride değindim, bana göre gecikmiş bir değerlendirmedir. Daha önceden de alabilirdi bu madalyayı.

Bu gecikme yüzme dalı olduğu için belki de! Bu ülkede daha çok kar ve kış sporları kitlesel ilgi çeker. Şimdi ne oldu?

Şu oldu! Çocuklar, biz de Therese olacağız, diyorlar.

Ben her zaman her olayın arka planına bakarım. Yükseklere çıkan kim? Arkasında olagelen hangi pozitif faktörler onu oraya hazırladı, diye sorarım.

Düşüşler de böyledir! Therese’nın (34 yaşında) arkaplanında kim, kimler var, diye bakalım! Hangimizin annesi, çocuk ve yetenek konusunda kafa yordu, bilmiyorum. Babalar unutulmasın!

Babalar da bu konuda mihenk taşına vurulabilir! Tanıdığım yetenekler arasında, anneleri ve babaları tarafından yetenekleriyle ihmal edilmiş çocuklar oldu.

Bu satırların yazarı şiir yazıyor ve atletizm yapıyordu. Babası her antreman sonrası gülerek ona şunu söyledi. "Napolyon ne dedi, üç defa para para para... Paradan haber ver oğlum!" O da o koşullarda haklı olabilirdi!

Anne Bibi Alshammar Blomberg, kendisi de yüzücü ve ortalama kariyeri var.

Therese olayında ilginç olan nedir? Anneler ve kızlar arasındaki olumsuz çekişme ünlüdür çokluk. Çok az anne ve kızı arasında uyumlu bir arkadaşlık gördüm.

Fakat burada çok olumlu bir durum var. Anne Bibi, kızı Therese’nın ön modeli olmuş. Bu bir saygı ve sevgi yansımasıdır. Çalıştırıcılar da var ve bu ülkenin sağladığı olanaklar da... Bunlar yadsınamaz.

Sonuç olarak şimdi ne oldu, diye sordum. İsabelle Nordlinder (10 yaşında) 600 çocuk adına konuşuyor “biz de Therese olacağız,” diyorlar.

Burada su ile oynayan üç dört yaşlarında Therese, bugün dünya markasıdır yüzmede, çocuklar için olumlu örnektir.

Babası konusunda bir şeye rastlamadım. Mutlaka bir babası da olmuştur. Yeni araştırmalar, "anne" diyorlar.

"Anne, karar veren o," diyen bilimsel açıklamalar var.

Çok güzel, içli ve derin tınıları olan bir ses tanıdım. O sesi işittiğimde aklım gidiyor. Annesi onu konservatuara götürmekten erindiği için, bu çocuk sesini eğitemedi. Oysa o ses opera sahnelerini titretebilirdi. Yitiren kim? İnsanlık!

Anlaşılan şu ki, anne Bibi gerçek bir annedir ve 30 yıl boyunca, kızı Therese'in yürüdüğü taşları döşemiştir.

Bu döşenen taşlar sabır, hoşgörü ve sevgi içerir.

Çocuğunun başarılarını gören ve bunu çocuğuna söyleyen, güzel sözleri esirgemeyen bir annedir o. İşte emeğinin karşılığı ortada. Çocukları insanlığa kazandırdıkları için yaşasın böyle anneler...

Sevgi içtenlik...

Tekin SonMez, 7 Aralık 9 2011, Stockholm

9 Mart 2011 Çarşamba

Anders Zorn och kvinnor. Zorn yaşamını bir üçgen içinde kuracaktır. Üç kadın... Anneanne, anne ve eş.

Anders Zorn, Şubat 1860’da yüz elli yıl önce Mora, İsveç'te doğdu.

Zorn yaşamını kadınlar üçgeni içinde kuracaktır. 1. Anneanne, Hass Karin (1806-1894) ile 2. annesi Grudd Anna (1838 -1920), 3. sevgili karısı Emma.

İlk ikisini sırası geldikçe tanıdık.

Emma Lamm (1860 – 1942) Kim? Zorn günlüğüne şunları yazmış; 'Jag hade blivit kär i en flicka.'

Tekstil firması sahibi Martin Oskar Lamm’ın (1824 – 1878) kızı, Emma Lammi Üç kardeşler. Herman ve Anna adlarında iki kardeşi var Emma’nın. Anna, bookförläggeren Hugo Geber (1853 – 1914), yayınevi sahibi ile evli.

Emma’ın kız kardeşinin oğlu Nils Geber’in bir portresi için, Zorn, Hugo Geber’in evine davet edilir (1881).

Zorn 21 yaşındadır. Yeni yeni tanınan portre ressamlığı ile isim yapmaktadır. Onun ışık ve renk konusunda bir dahi olduğu kulaktan kulağa işitilir.

Özellikle suluboya çalışmalarındaki inanılmaz ustalığı, ona, hem dahilik payesini verir hem de paralı burjuva çevrelerde, portre yaptırmak isteyenler ona yer açar. Emma, Hugo Geber’in baldızıdır. Hugo Geber’in İsveç’in ticaret yaşamındaki durumu, yayınevi sahipliği.

Zorn günlüğüne şunları yazmış; 'Jag hade blivit kar i en flicka.' Zorn ile bu portre resmi sırasında, Hugo Geber’in evinde Ocak 1881’de karşılaşırlar. Hemen o yıl Haziran ayında nişanlanırlar.

Emma, genç bir ressama, ekonomi ve sosyal hiyerarşi içinde Zorn'a, destek olacak tüm birikimlere sahiptir. Zengin ve entelektüel bir gelinle birlikte bir burjuva evliliği neyi gerektirirse o olur.

Anders Zorn, çok geçmeden İstanbul'a gelecektir. Neden izliyoruz onu? Şimdi bu biraz daha anlaşıldı, sanırım.
(Sürecek)

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 9 Mart 2011, Stockholm


İlk resim: Skremd (1894) olja/yağlı boya, 100 x 75
İkinci resim: Emma Zorn (1894) olja/yağlı boya 128 x 87
Üçüncü resim:Femme au Jupon Rouge(1894)olja/yağlı boya 100 x 75

26 Şubat 2011 Cumartesi

Stockholm, metropoliten Başkent. Den samlade upplagan för svenska dagstidningar backade med 3,6 procent under 2010.

Stockholm salt bu değil! Bilim / kültür dünyası için gözde Nobel Ödülleri kenti. Kitaplar kenti...

Birkaç kilometrelik, dünyanın en uzun kitap sergisi buradadır.

Dünya ve nüfus oranlarına göre öteki kentler; en çok kitap, bu kentin yüreğinde zenit marka bir saat gibi ömür sayacını aşarak yaşar evet.

Stockholm bu kentin adı. Yüzde yüz okur yazar oranıyla dinamik bir toplum.

2011’de bu ülkenin, bir anlamda İskandinavya’nın sosyal/kültürel kalbi de Stockholm.

Konu, nirengi noktasını bu toplumsal yapı/taşlarından alıyorsa, gazeteler hem de bu kentte okur yitiriyorsa...

Bu konuya nasıl yaklaşabilirim?

Bir yaklaşım var bana göre! Durduğum, bulunduğum yer!

Dünyada olup bitenlere, ben buradan bakıyorum. Bakın ne oldu? Kısa sözde ne yok, ne var? İsveç’in en büyük iki gazetesi okur bulamaz duruma düştüler. Bu ne demektir?Kitap, gazete okuyan toplumsal yapıda eksen kayması mı oldu? Toplumsal yapı taşlarından olan bu konuya analitik pertavsızla bakabilir miyiz? Toplumdaki ekonomik ve sosyal kutupların yer değiştirmesi gibi, belki. Hemen üstteki duyuruda, DN ‘smart frukost’ akıllı kahvaltı ile zuhur etti!

Bu gazete ile birlikte bir hamburger, bir kahve, bir de soğuk içecek toplam 39 kron. 10 lira yaklaşık. Bu gazetenin satışı bunun yarısı ki, 5 lira. Geriye kalanı siz hesap edin.

SvD ise abone avı peşinde koşuyor ve gazete tomarları dağıtıyor. Bedava gazete Metro, Stockholm’de en büyük olduğunu ilan etti. Birşey var! Teoriler bir yanda durur! Gerçek kendi mecrasında akar gider! Sonunda DN de açıklama yaptı. 'Den samlade upplagan för svenska dagstidningar backade med 3,6 procent under 2010.'

Toplam günlük İsveç gazeteleri, 2010 yılı içinde 3,6 oranında gerilediler. Bir önceki yıla göre geçen yıl 130.000 adet fark ortaya çıkıyor.

'Dagens Nyheter minskade 18.000 står nu pa exemplar, men tidningen står nu god ekonomisk grund, enligt chefredaktör och vd Gunilla Herlitz.'

Şef redaktör Gunilla Herlitz göre, DN 18.000 adet geriledi fakat gazete şimdi iyi bir ekonomik temeldedir. Ona göre uzun yıllar çok iyi giden SvD günlük tirajı geçen yıl her gün 4.100 adet düştü.

Akşam gazetelerinin durumu daha da zor ve bu habere göre İsveç'in en büyük gazetesi Aftonblodet her gün için 38.400 adet kaybetti. Onun rakibi Expressen adlı gazete, yine bu habere göre 286.500 adet satılıyor ve günlük tirajı 4.500 adet düştü.

İlan ve reklam gelirleri ile metro girişlerine bırakılan parasız gazeteler çağı başlamıştı ve fakat şimdi bunlar öne geçtiler bir numara olduklarını da aşağıdaki çift sütunla duyurdular.

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 26 Şubat 2011, Stockholmİlk fotoğraf; Stockholm, Kraliyet Drama Tiyatrosu önünde kitap okuyan antik yontu...
Haber: Dagens Nyheter 25 Februari 2011, s.22

Fotoğraflar: Feryal Özkale Sönmez, Şubat 2011, Stockholm

7 Şubat 2011 Pazartesi

Målarnas målare har Zorn ofta kallats. Han är hundra femtio år nu.

Anders Zorn, 16 Şubat 1860’da doğdu. Bu ne demektir? O, doğum günü hesabıyla, Zorn 150 yaşında, demektir.

Nirengi noktası ise gelmiş geçmişlerin en iyilerinden bir resim dehasının yaşamı, sanat ile bugün de sürüyor demektir.

Ölümsüz, sözü yer alır konuşmalarda, kimi olaylar ya da kimilerinin dünyasal varlıkları için.

Değerli İzleyici,

Siyaset, sanat, kişileri olduğu gibi, inanç ve din açısından kimi durumları, olguları toplumlara onaylatan ve toplumları yönlendiren kişiler de ölümsüzlük zırhı ile donatılır.

Örnekse İsa/Jesus ve Buddha da bunlardandır. İnanç ve din açısından ölümsüzlük konusu her zaman her yerde vardır.

Tartışılmaz bir olgudur bu. Kaldı ki inanç tartışma konusu oluyorsa, orada yaşam alanları da tartışılıyor demektir.

İster Jesus, ister Buddha bu mavi gezegenin sonuna dek bazı insanlar için ölümsüzlükleriyle insanlığın bellek dağarında yaşayacaklar. Belki, insanlık başka gezegenlere de taşıyacak, götürecektir onların ölümsüzlüklerini.

Öte yandan, ölümsüz sözü sanat cephesinde çok az kişi için kullanılır. Ergiyen süre, akıp geçen yüzyıllar bir dönem ışıltı saçan kimi sanat okullarını da müzelik konuma ulaştırır.

Sanat okulları bir yanlarıyla, 'talep arz' yasalarına göre şekillenir ve sürer ve moda dalgalarına göre ilerler ya da bir süre için sahneden iner ve belki geçici olarak bellek siler.

Bu okullar yenilik adı ile yerlerini başka akımlara bırakırlar.

Genel açıdan sanat, akarsu yatakları gibi, böyle bir diyalektik gerçeklik yatağında, akar gider. Su kaynakları kuruyunca, su tükenince ırmak adı alan olgu da yok olur.

Sanat da böyledir! Işıltılı sanat okullarının en önde gelenleri de tek tek tozlu müze depolarında yer bulurlar yavaş yavaş.

Anders Zorn da sonuç olarak ‘naçiz vücudu’ ile doksan yıl önce dünyanın çilesini çekmekten kurtulmuş... Anders Zorn konusunda yaptığımız yayının bir nedeni de ortaya çıktı.

Zorn için gerçek yaşam olan, sanatı ile soluk alıp vermesi ise sürüyor. Bu nasıl oluyor, diye bir soru geldi!

Sanatın ölümsüzlüğü çok tartışılır! Ölümsüzlük tanırılara özgüdür, diyenler de vardır. Ne eksik ne fazla, sanatın ölümsüzlüğü, insanoğlunun ölümsüzlük sınırları kadardır.

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 7 Şubat 2011, Stockholmİlk foto; Anders, i İstanbul 1886, efter tyfoidfebern.

İlk resim; Emma Zorn (1894) olja duk 128 x 87

ikinci resim; Kol Margit, 1901, olja, Nationalmuseum, Stockholm

Üçüncü resim; I Eldhuset, 1906, olja 120 x 90, Zornmuseum

Dördüncü ve son resim; Brödbaket (1889) olja

21 Ocak 2011 Cuma

Anders Zorns mästerliga akvarell ‘Sommarnöje klubbades för 26 milyoner, alla tiders svenska auktionsrekord.; Yirmi birinci yazı...

Sağ köşede bir resim var! Çağları aştı geldi orada duruyor! Yirmi adet resmin arasında en yüksek veren alıcıyı bulmuş! Nasıl olmuş?

Deniliyor ki; 'Det började som alla vet i våras då Anders Zorns mästerliga akvarell Sommarnöje klubbades för 26 milyoner, alla tiders svenska auktionsrekord.

'Världens äldsta auktionsbus, adlı bir firma duyuruyor ve diyor ki; İ böryan av 2010 kunde vi aldrig drömma om att vi skulle få förtroendet att sälja så många fantastisska konstverk vid våra kvalitetsauktioner.

Uzun sözün kısası; İsveç’te tüm zamanların rekorunu kıran Sommarnöje, 26 milyon krona sahibini bulmuş, deniliyor. Yüz yıl öncesi yapılan bir resim. Adı Sommarnöje, Yaz zevki! Suluboya ve 76x56 ölçüleriyle 1886 ile tarih almış.

Bu suluboya resmi klasik yapan, yüz otuz yıl sonra bile yüksekte tutan nedir? Durdukça üstüne değer koyan öğe, özellik neye dayanıyor? Yüz otuz yılda eskiyen, yok olan yüz binlerce değerli sanat eseri.. milyonlarca insan geride iz bırakmadan yitip giderken...

Dehşet bir silici, hatta kazıyıcı olan süre, an, yaşam nasıl oluyor da Sommarnöje adlı suluboya bir resme bugünkü inanılmaz değeri konduruyor.. düşünmeğe değer bir konu.

Değer, değerli gibi sözcükler tartışma kaldıran sözler! Kime neye göre o şey, o nesne, o insan değerli.. bu soruyu da getirir ardı sıra. Değer olmanın hangi ölçüte göre değer sayıldığı ortam da önemlidir. Bakın neler oluyor!

Bu resmi yüz otuz yıl sonra şaşılacak bir açık artırma ortamına getiren bir değer ölçütü var. Bu nedir? Salt birim olarak para mıdır?

İyi de bu resme 26 milyon kron veren insanın sanat alanında hiç mi değer ölçütü yok? Vardır!

Olmalı ki, o para 76x56 ölçütünde bu suluboya çalışmaya değer görülüyor. Daha önce de yazdım, hiç değişmeyecek ögeleriyle, resim sanatında çağları aşacak gizem burada, dedim. Soldaki resimlerde Sommarnöje ilk sırada yer almış.

Sonuç olarak geride kalan resimler, doğal yaşamı veren, betimleyen pastoral nesnelerle renklendirilmiş, der ve geçersiniz. Fakat bunu söylemekten sakının! Şöyle ki ünlü portre ressamı olmakla birlikte, resimleri son yıllarda sürekli gündem oluşturuyor ve hep önde duruyor.

Sakının çünkü.. nedeni var! Bakın! Doğal ortamı yansıtan bu resimler, o bakış açısı gerçekliği ile aşılamıyor da. Evet! Yüz otuz yıl sonra bugün aşılamıyor. Bunu, bu aşılamıyor olmayı nasıl açıklayacağız, bunu düşünüyorum şimdi.

Bakıyorum da.. antikacıların açık artırma sunumları onun adı ile açılıyor. Her zaman o önde ve en yüksek ödeme onun doğacı resimleri için yapılıyor, dedim geçen gün. Bu nasıl oluyor? Salt açık artırma alım satımı değil onu öne çıkaran öge. O resimlerin yüz otuz yıl sonra bile yaşıyor olması.. bir gerçeklik değil mi? O gerçeklik nedir? O gerçeklik o noktaya nasıl geldi?

Yapıcısının trajik yaşamı, yaşamındaki dramatik özellikler, skandallar sonucu mu oraya geldi? Bu ne demektir?

James Dean filmleri değil yaşamın sonu onu ölümsüzleşti.

Bakın Che Guavera ölüm trajedisi anılarda kaldı ve yaşıyor.

Neden modası geçmiyor! İşte paradoksal bir durum da bu!

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 21 Ocak 2011, Stockholm

Sommarnöje 1886, akvarell,76 x 56